8 Nisan 2012 Pazar

LİMANİ

Burada, limanda yaşıyorum; her şeyin gelip gittiği yerde. İnsanlar, eşyalar ve yükler. Karadan gelip denize giderler; denizden gelip karaya. Gemiler bağlanır bana, gemiler ayrılır benden. Ben gönderir, ben karşılarım. Ben ise gitmeyen ve gelmeyenim.
İskeledeyim. Körfezde dalgalar var. Çok fazla dalga. Geliyorlar ve iskelenin paslı ayaklarınca yarılarak altımdan geçiyorlar. Limanın betonlarına olanca güçleri ile çarpıyorlar. Kıyı boyunca gözlerimi kaydırıp soluma baktığımda, sahili görüyorum. Limanın betonlarının bittiği yerden başlıyor çakıllı sahil.  Dalgalarla sevişen küçük taşların çıkardığı sesler yankılanıyor kulağımda. Çağrışım bu, yoksa duymuyorum. Uzağım. Seni düşünüyorum. Geçerken yanımdaki o kısacık duruşunu, bana dokunuşunu ve sözlerini...
“Limanları sever misin? Körfeze bak, beni gör” demiştin gemiye binmeden önce. Şimdi gelişini bekliyorum. Limanları sevmem. Çünkü ben ne gidenim ne gelen.
Eğer altımdaki beton diklemesine çıkmasaydı denizin karşısına, dalgalar öyle hırçın dövmezdi kıyıyı. Tıpkı biraz ötede olduğu gibi hepsi sırayla taşlara kapaklanır, etrafa biraz kendilerinden dağıtır ve rahatlayıp gerisin geriye, asıllarına dönerlerdi. Ama burda deniz bana ancak çok öfkelendiğinde değiyor. O zamanlarda, önce bir patlama oluyor. Altımdaki beton sarsılıyor. Sonra karşımda ve hemen ardından üzerimde görüyorum suları. Peşinden de öyle sert düşüyor ki dalga... Suyun bir kısmı geri dönemiyor. Etrafımda birikiyor kalanlar. Güneş alıyor onları, deniz değil.  
Ben burada yaşıyorum. Ne gelirim ne giderim. Gelip gidenler insanlardır, belki bir selam ile. Ve yükler havalanır vinçlerin kollarında. Karadan bordaya bordadan karaya geçerler üzerimden. Ben burdayım hep, gidemeyen ve gelemeyenim; saplıyım betona.
Limanın suya inen betonlarına lastikler koyulmuş. Deniz yaslansın diye değil, gemiler dayansın diye. Kalın ve güçlü görünüyorlar. Bir o kadar da esnek. Yoksa bunca eziyete nasıl katlanırlar? Bense gemilerin her yanaşmasında boğulacak gibi oluyorum. Boynumu sarıyor kalın halat. Lastikler de sıkışıyor benim gibi. Seslerini duyuyorum. Onlar beni duyamıyor, çünkü halatlar boynumu sıkıyor.
Arkada dağlar var, yamaçlarında evler. Akşamları pencerelerinde ışıklar. Önümde deniz, açıkta gemiler. Lumbuzlarında ışıklar.
Seni bir kere gördüm. Giderken. Şimdi hasretle bekliyorum gelmeni. Yanaşan gemilerin güvertelerindeki seni düşlüyorum. Belki birinden inersin de hatırlarsın; durup dinlersin diye. İşte o zaman değecek bunca şeye.
Bazen açıkta küçük bir kayık görürsem, durup dururken mutlu olurum. Boynum özgürse, hafifsem izlerim onu doyasıya. Öylece durmuş suyun üstünde, oynaşır uzun süre. İçinde bir insan bakıp bakıp denizin içine balık çeker. Alır alacağını ve gider sonra. Yalvarırım sessizce: “buraya gel, sen bağlan bana...” diye. Boynumu çok sıkmaz o küçük kayık. Dalgayı hissederim halatında. Balıkları görürüm. Ama buraya yolcular inip çıkar, yükler dolar ve boşalır. O, küçük iskeleye gider hep. Orada balıklar ve balıkçılar olur. Kıskanırım küçüklüğü.
Ben buradayım, limanda. Akşam vakti deniz sakin. Yamaçta ışıklar yanıp sönüyor. Bir gemi daha geliyor dolu. Sıkışıyor lastikler. Halatları bağlıyorlar bana. Daralırken gönlüm, ağırsın diyorum gemiye.
“insanlar ve yükleri” diyor. 
Lastiklere bir yaslanıyor bir uzaklaşıyor gemi.

“Yapma, nefes alamıyorum” diyorum.
“Deniz” diyor, “sallıyor beni”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz olumsuz ya da olumlu olmasına bakılmaksızın, ahlak sınırları içinde olduğu sürece yayınlanacaktır. Teşekkür ederim.